NE İSA’YA YARANABİLDİN NE MUSA’YA İK !
Öyle bir departman düşünün ki
seveni yok denecek kadar az. Ne yapsa yaranacak hadi yaranamadı sığınacak liman
bulamaz. Çalışan der ki yönetimin yanında, yönetim der ki ne çok kolladın sen
çalışanı. Bu durumda arada sıkışan İK da sıkışmalar, daralmalar, son aşamada da
salmalar olur. Büyük bir öz veriyle işe girişen ve en doğrusunu yapalım diye
işe başlayan İK arada çorbayı kaynatalım yetere mi döner dersiniz? Çorba burada
kimseye dokunmadan işimize bakabilme yetisini betimlemektedir sayın okuyucu. Ve
de idealleri çeyiz sandığına kilitledikten sonra, olduğu kadarına razı olan İK
çalışanı için hiç kolay değildir bu durum.
Yeterince dramatize ettiğime göre
mevzuu derinleştirebiliriz şimdi. Evet, sevgili İK neferi arkadaşım ne
bekliyordun ki? Zaten bölgesel açıdan senin yerin belli tampon bölgesin.
Çarpışmaların hızını azaltmak, etkiyi minimize etmek o arada da iş yapmak
birinci vazifen. Koca koca kurumsallarda bile iş dönüp dolaşıp bireysel
ilişkilerde ki sorunlarda tıkanıyorsa yapacak bir şey yok. Hedefleri yeri
geldiğinde küçültüp, moralleri bozmadan yola devam etmek en doğrusu olur
genelde. Bir de durumsallaşmak elbette. İK’nın olmazsa olmazıdır benim kanaatim
tabi ki. Durumsal davranmak, çevik olmak, dinamik ve yaşayan bir İK sistemine
zemin olur. Yaşayan İK’yı özellikle vurguluyorum. O kadar çok şirkette nefesi
kesilmiş evrakçı İK departmanı var ki. Suç kimin derseniz İK’yı anlatmak mesele
kuruma ama anlamak daha büyük mesele. Anlaşılmak konusunda zaten sıkıntılı bir
departmanız. Çünkü hemen her departmanın çıktısı elle tutulur, bizim gariban İK
hep para harcatan bir bölüm olarak ortada kalıverir. Ama şu kadar eğitim,
gelişim, bu kadar sitemli çalışma ortamı yok sonuçta bir satış değilsin ciron
yok. Hadi yok vergilerden, cezalardan korumadın muhasebe hiç değilsin. Ama
çalışan özlük işleri personel sorumluluklarına ilişkin mevzuat demeden onu
muhasebede yapar der. O halde al çantanı Fethiye iyi diyorlar, kafan dinlensin.
Tüm bu hayali diyaloglar hemen her İK çalışanının hayatının bir köşesinde rastladığı
türdendir. Demek ki bu konuları ciddiye almıyoruz. Biz yaptığımız işi ciddiye
alıyoruz ki biz almazsak başkalarından bu duruşu bekleyemeyiz. Zamanın gücüne
inancımızı yitirmemeliyiz. Doğru planlamalar, yerinde hamlelerle ne işe
yaradığımızı gözleriyle görmelerini sağlamalıyız. Bu kadar çabaya ne gerek
diyorsan vallahi Avrupa da oturmuş diyorlar İK ben diyenlerin yalancısıyım. Burada
çoğunluğun açıklamaya, alt yazıya hala ihtiyacı varken çok ta seçenek yok hani.
Şimdi kime yaranabilmelisin İK
biliyor musun? Kendine. Kendi doğrularına, sistemine, işleyişine inancın tam
olmalı ve bunu hayata geçirdiğin ölçüde kendini gerçekleştirmelisin. Çünkü malzeme
bu. Umutsuz değil tablo tam tersi. Biz İK çalışanları nasıl şekillendirirsek
öyle olacak, ben bunu oluşum aşaması olarak değerlendiriyorum. Emekleyecek, yürüyecek
ve de koşacak elbet. Bir el atmanız lazım ama oturarak olmayacak. Selametle…
Yorumlar
Yorum Gönder